Şapkayı İlk Önce Müslümanlar Yapıp
Giydiler
Şapka;
Hıristiyan icadı ve giysisi değil, Müslüman icat ve giysisidir.
Güneşin
ışın ve ısısının pek etkin olduğu Afrika kıtasında; Kuzey Afrika Müslümanları
kendileri güneşin bu tehlikeli etkisinden korumak için böyle bir şey
düşünmüşler.
Ülkelerinde
yetişen örgüye elverişli kamış türleri ve suni ipek bitkisi olan “halfa” otundan güneşi şemsiye gibi
gölgeleyecek nitelikte kenarları geniş siperli başlıklar yapıp başlarına giymek
suretiyle kendilerini güneşin zararlı etkilerinden ve aynı zamanda yağmurdan
korumuşlardır.
Ta
o zamanlar Afrika Arap Müslümanları hasır örgüsü suretiyle yapıp başlarına
giydikleri bu başlıklara (Birbirleriyle örülerek
girifleşmiş bir şey anlamını taşıyan)
şebeke veya (Birbirine girişmiş müşebbek bir
şey anlamını taşıyan) “Şebâke” adını vermişlerdir.
Afrika
Müslümanlarının düşünüp yapıp giydikleri bu başlıkları Fransa Kralı 12. Louis
zamanında ticaret ve başka nedenlerle Afrika’ya gidip gelen Fransızlar da
güneşe ve yağmura karşı koruyucu bir başlık olarak bu tür baş giysisinden alıp
Fransa’ya götürmüşlerdir. Fransızlar da sağlık yönünden pek olumlu buldukları
bu başlıklardan başlarına giymişler ve kendileri de kumaş veya hasır örgüden bu
tür başlıklar yapıp giymeye başlamışlardır.
İşte;
bu Müslüman icadı başlığı olan “Şebeke”
veya “Şebâke” adını kendi dillerine
göre biraz değiştirerek (Fransa sözlüğünde kenarları
siperli başlık anlamı verilerek) “Şapka” demişlerdir.
Kuzey
Afrika bölgelerinin Türklerin egemenliği altında bulunduğu zamanlarda, Trabluz Garp Eyaleti fırka kumandanı olan Osmanlı Paşası da o zamanlar ilginç ve yararlı gördüğü bu
başlıklardan İstanbul’a getirmiş.
Zamanın
padişahına vermişse de; yine bir Afrika Müslümanları başlığı olan “Fes” dediğimiz kırmızı renk baş giysisinin
Anadolu Müslümanlarına giydirilebilmenin doğurduğu zorluklar nedeniyle
hükümetçe ilgilenilip üzerinde durulmamıştır.
Eski
Türklerin de; Başlarına giydikleri miğferleri genellikle etrafı siperli idi ki Şebeke - Şapka Türklerin de eski
devirlerden beri savaş başlıkları idi.
Bugün
halen şapkayı yadırgayanlarımız İstanbul Askeri müzesinde ki üzerinde kelimeyi tevhid yazılı miğferleri yani Askeri şapkaları görmeleri lazım.
Bizden
daha mutaassıp olan Afgan Müslümanları Emir Habibullah
Han zamanında açıkta güneş ve yağmur altında dolaşan ordusuna şapkayı giydirmişti. Habibullah Hanın da şapkalı resmi vardır. (Bak: Rumi 1328 tarih ve 50 sayılı içtihat mecmuası.)
Ne
acıdır ki Müslüman kökten gelen bu şapkayı biz Cumhuriyet
Türkleri yarım yüzyıldan beri
giymekte olmamıza rağmen bazı mutaassıpların ilk zamanlarda gösterdikleri
reaksiyaon halen devam etmektedir.
Ve
yine ne acıdır ki bu dindar görülenlerin şapkayı zoraki olarak başlarına
geçirdikleri zamanlarda başı açık gezme eğilimi başladığı sıralarda şapkasız
başı açık gezenleri kâfirlikle itham ederlerken bu mutaassıplar şu son yıllar
da gâvur icadı dedikleri şapkalarını başlarından çıkarıp atmak suretiyle
kendileri de şapkasız başı açık dolaşmayı bugün bir dindarlık şiarı olarak
sanıyorlar.
Birbirlerine
işaret anlamında namaz takkesi giyiyorlar. Başka bir yazımda bu namaz
takkelerinin renklerini hangi tarikatlara göre ayrıştığını yazacağım.
Yeri gelmişken değerli
Türk Halk Ozanlarından Karamanlı Gufrani’nin (1864-1926) Atatürk inkılâbı
hakkında söylediği 15 dörtlük destanından son beş dörtlüğünü aşağıya yazıyorum.
Pulluk icat oldu, attık
sabanı
Kişi insanı bu yolda tanı
Şabka çıkarır mı dinden
adamı?
Ne zü-mu fâsid bu, vahşete
bakın
Kadim yalan söyler,
kendisi sârık
Ayıp değilmiş o zamparalık
Dinden çıktım sanır,
çıkınca sarık
Ne diyeyim, siz bu nikbete
bakın
Cübbesi var, kavuğu var
başında
Hiç olur mu Müslümanlık
dışında
Cennete çok gider gelir
düşünde
Gönlünden umduğu izzet
bakın
Bin Hıristiyan’dan papazı
belli
Bizim beş kişide müftisi şüpheli
Hocayı değili bizde
bilmeli
Alamet ne yolda, kisvete
bakın
Zamanı Fasidi gördüğümüze
Sevindim şu vakte
erdiğimize
Bütün gün azapta
durduğumuza
(Gufrani) Farzedin cennete
girdi.
NOT: Yazı metni rahmetle andığım,
Karaman’a büyük hizmetleri geçmiş Durmuş Ali GÜLCAN amcamızın vefatından sonra
kızının arşivinde yıllarca bekletilmiştir. (evlatlık olarak büyüttüğü) Karaman
Güneş İlkokulunda öğretmeni olan ve halen İzmir’de yaşayan ablam Süheyla Güç
GÜLEÇ hanımefendiye bu ve bunun gibi birçok yarım kalmış çalışmaları bir dosya
halinde tarafıma verilmek üzere bırakılmıştır. Zaman içerisinde bu bilgiler
tarafımdan kamuoyu önünde paylaşılacaktır.
Şerafettin GÜÇ
Emekli Öğretmen
Karamanoğulları Tarihi
Araştırmacısı Yazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder