TUTTUM AYNAYI YÜZÜME
ALİ GÖRÜNDÜ GÖZÜME
HURUFİLİK, Fadlullah Hurufi Esterabadi tarafından
kurulmuştur.
Moğollar önünden kaçarak Anadolu’ya sığınmışlar, burada
gerçek kimliklerini saklayarak biz Bektaşi’yiz demişler. Sünni Bektaşi
tarikatını sahiplenmişler. Harflerin kutsallığına ve âlemin harflerden
yaratıldığına inanırlar. Resimde de görüldüğü üzere insanın yüzünde Ali, Hasan,
Hüseyin, Fatıma yazdığına inanırlar...
MELAMİLİK, Kutsal kitabımızda geçen bir elin
verdiğini diğer el görmeyecek ayetinden yola çıkan bir felsefi akımdır
Melamilik. Her şeyin ötesinde bir din değil, konfüçyanizm gibi bazılarınca
tarikatlaştırılmaya çalışılsa da kurumsal olarak ilerleyen bir felsefedir. Bu
tutum Anadolu tarihinde ahi teşkilatları tarafından taşınmıştır, ayrıca sıra
geceleri de Melamilerin bir geleneğidir.
KIZILBAŞLIK, Anadolu Aleviliğinin tarihsel süreçteki
adı Kızılbaşlık'tır. Bu kelimenin içini dolduran anlam yüzyıllar içinde
değişmiş, bir zamanlar "Kızılbaşlık gibi unvanımız var" diye övünülen
bir isim iken bugün saklanan bir kimlik hâline dönüşmüştür. Alevilere neden
Kızılbaş denildiğine dair pek çok rivayet vardır. İsmin kökenini Uhud harbinde
Kâinatın Efendisi Muhammed Mustafa'yı (s.a.v.) savunurken on altı yerinden
yaralanıp başlığı al kanlara bulanan Hz. Ali hakkında kullanılmış bir tabir
gibi gösterenler yanında, Şamanların kızıl bir başlığa bürünerek ayinlerini
yönetmelerinden dolayı işi İslam öncesi dönemlere götürenler vardır. Bu iki uç
görüş arasında Kızılbaş adına yorum getiren daha pek çok rivayet mevcuttur.
BEKTAŞİLİK, Hacı Bektaş Veli'nin Dört Kapı Kırk Makam
düşüncesi var mıdır? Varsa bunlar nelerdir? Ne anlama geliyor? Hacı Bektaş-ı
Veli “Makalat” isimli eserinde “İnsan-ı Kâmil”in özelliklerini sayar ve şöyle
der: “Bir İnsan dört büyük kapıdan ve kırk makamdan geçmedikçe Bektâşi olamaz.”
Dört Kapı: “Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat”tir.
Her kapıdan girişte on makamdan geçmek gerekir. Böylece kırk makamdan geçen
kimse “İnsan-ı Kâmil” olur.
AHİLİK, Türk kültürünün dayanışma anlayışını gösteren
ahilik; din bilgisinden meslek edinmeye, savaşmaktan belediye işlerine kadar
birçok eğitimin verildiği teşkilatlardır. Kırşehir ile özdeşleşmiş ‘ahilik’
ismi; üniversite, stadyum, lokanta gibi birçok yerde yaşatılıyor.
Ahi; eli açık, cömert, misafirperver, kardeş, yiğit
anlamına gelmektedir. Ahilik Teşkilatı ise; Türkler arasında gelişip
yaygınlaşan sanat, ticaret, dayanışma ve yardımlaşma kurumudur. Bu teşkilat
köylere, kasabalara kadar yayılmış, birlik ve beraberliği, karşılıklı saygıyı
ve sevgiyi, sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı temel ilke saymış. Din ve ahlak
kurallarına sıkı sıkıya bağlı olan bu teşkilatın kurucusu, Hoca Ahmet Yesevi
Hazretlerinden tasavvuf dersi almış, Anadolu’yu yurt eden erenlerden Ahi
Evran-ı Veli Hazretleridir.
(Asıl adı, Nasirüd-din Ebul-Hakayık Mahmud El Hoy olarak
kayıtlara geçmiştir.) Ahi Evran Hazretleri Maverraünnehir, Horasan ve Bağdat’a
gider ilim öğrenir, sonra Anadolu’ya gelir. 1205 yılında Kayseri’ye gelen Ahi
Evran, bir deri atölyesi kurar, burada debbağları ve diğer sanatkârları da
içine alan büyük bir sanayi sitesinin kurulmasına öncü olur.
ALEVİLİK, Sözlük anlamına göre Alevi, Hz. Ali’ye
bağlı ve ondan yana olan kimse demektir. Alevilik ise genel olarak Hz. Ali’yi
sevmek ve onun soyunun yani Ehli Beytin yolundan gitmek olarak tanımlanabilir.
Ancak bugün için dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan farklı Alevi grupların
her biri için Alevi ve Alevilik sözcüklerinin ifade ettiği anlamlar da farklı
olmaktadır.
Ülkemizde bugün yaygın şekilde Alevi olarak adlandırılan
kitleler için kaynaklarda birçok ismin kullanıldığını söyleyebiliriz.
Anadolu’daki Alevi kitleleri nitelemek üzere kaynaklarda, kızılbaş, rafızi,
ışık, mülhid ve torlak gibi adların kullanıldığını görmekteyiz. Prof.
Melikoffun da belirttiği gibi Alevilik, Bektaşilikten ayrılamaz. Çünkü her iki
deyim de aynı olguya, Türk halk İslamlığı olgusuna bağlıdır. Alevilik ve
Bektaşilik, inanç ve ahlak esasları ve edebiyatları bakımından temel olmayan
farklılıklar dışında ortaktırlar.
MEVLEVİLİK, Şair ve düşünce adamı Mevlânâ Celâleddin
Rûmi, hayatı boyunca ilahi aşkı aramış, sohbet ve eserlerinde bu aşktan, insan
sevgisinden ve hoşgörünün öneminden bahsetmiştir.
Başlarda yakın çevresiyle yaptığı sohbetler, Mevlâna’nın
öğütlerinin kulaktan kulağa yayılmasıyla geniş kesimlerin katılımıyla
gerçekleşmeye başladı. Ancak Mevlana’nın yaşadığı dönemde Mevlevilik diye bir
kavram yoktu. Mevlevilik, Celaleddin Rumi'nin ölümünden sonra oğlu Sultan Velet
tarafından düzenlenmiş, büyük bir tarikat halini almıştır. Mevlevi tarikatının
başına «çelebi» denir ve çelebiler, Mevlana'nın torunları arasından seçilirdi.
Konya'da Mevlana'nın türbesi olan dergâhta otururdu.
Sünni tarikatların en büyüklerinden biri sayılan
Mevlevilik, Tanrı ile evrenin birliği görüşüne dayanır. Tanrı, yarattığı
evrende görünüş (tecelli) alanına çıkar. Evrende var olmak, Tanrı'nın bir
görünüşüdür. Gerçek varlık Tanrı'dır. Her şey Tanrı'dan gelir, sonunda gene
Tanrı'ya dönecektir. Tanrı, bir bütünlük içinde evreni kuşatır. Tanrı'dan başka
varlık yoktur. Mevleviliğin benimsediği ve Mevlana'nın eserlerinde dile gelen
bu anlayış, yeni değildir; varlık birliği (vahdeti Vücut) görüşüne dayanır.
BABAİLİK, Ebu'l-Baka Baba İlyas bin Ali el-Horasani ile
müridi olan Baba İshâk Kefersudi'nin Selçuklulara isyanıyla tanınan Vefai
Tarikatı çevrelerine verilen isimdir. Aslında ehli beyt sevgisini ön planda
tutan tarikat Anadolu'ya yayılmış ve "Babailik" olarak tanınmıştır.
Babailiğin Şiilik ile doğrudan bir ilgisi yoktur. Şamanizmden izler taşıdığı
iddia edilen Babailik tarikatı Anadolu Türkleri arasında yayılmıştır. Daha
sonra da bütün Anadolu'ya ve hatta Rumeli'ye de yayılmış ve Bektaşiliğe
dönüşmüştür.
Şerafettin GÜÇ araştırmasıdır.
http://www.medyaermenek.com/2017/02/tuttum-aynayi-yuzume-ali-gorundu-gozume.html
Kaynak, Türk Tarih Gazetesi ve İslam Ansiklopedisi ilgili
sayfalar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder