5 Ocak 2019 Cumartesi


KERİMÜDDİN KARAMAN BEYİN OĞLU
ŞEMSEDDİN I. MEHMET BEY'İN DİVANDA İSTEĞİ

Kerimüddin Karman Bey’in oğlu, Şemseddin I. Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277’de yayımladığı bildirilen fermanın aslı bugün mevcut değildir.



Böyle bir şartlı isteğin varlığını İbni Bibi’nin bir eserinden öğrenilmektedir.

Yazar; “Al Avâmir-ül Alâiye” adlı Farsça eserinde, Karamanoğullarının Konya’yı zat ettiklerinde kurulan divanda tutulacak tutanakların başına şöyle yazılmasını istediklerini bildirmektedir:

“Bâdel-yevm ber-divan, ber-dergâh, ber-barigâh, der-Meclis, der-meydan, çün be-zeban-ı Türkî, zeban-ı diğer nedâret.”

İbni Bibî'nin, eserinde naklettiği bu cümleyi; Yazıcı-zâde, 

“Tevârih-i Al-i Selçuk” adlı eserinde şöyle tercüme etmiştir:

“Şimdiden girü hiç kimse ne kapuda ve divanda ve meclis ve seyranda Türkî dilinden gayri dil söylemeye.”



Bu ifadenin şuan ki kullanımı (TDK tarafından 2000 yılında sadeleştirilmiştir):

"Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, meclislerde ve seyranda Türk dilinden başka dil kullanmaya"

Selçuklu tarihi uzmanı Prof. Dr. Mikail Bayram Beyle bu konuyu enine boyuna Anakara’da “Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Ahilik vakfı” (TESVAK) çatısı altında iki defa görüştüm.

Birçok konuda mutabık kalmamıza karşılık, bazı konularda fikir ayrılığımız olmuştur. Sonuçta tarafımdan belgelerin kendisine gösterilmesinden sonra ortak nokta da fikir birliğimiz olmuştur.

Prof. Dr. Mikail Bayram Beyin ifadesi; “Karamanoğulları Konya’yı fethedince Türkmenlerden çok sayıda asker Konya’ya geldi. Ve Konya’da sokaklarda Türkçe konuşulmaya başlandı.  Konya’da ilk defa Türkçenin şehre girmesi ve şehirde yaygınlaşması Karamanoğulları zamanındadır.”  İfadesini kullanmıştır.



 Ortak görüşümüz ise şu şekilde bağlanmıştır;

“Karamanoğulları, Anadolu Türkmen Beyliklerinin en mühimi, en büyüğü, en kudretlisi ve en devamlısıdır. Karaman Türkmen Beyliği, 1250 yıllarından 1487'ye kadar takriben 237 yıl sürmüştür.  


Larende şehri aynı zamanda önemli bir kültür merkeziydi. Birçok ilim ve fikir adamları buraya gelir ve ikamet ederek ilim öğretirlerdi. Sofi Nure (Sofu Nuruh) kendi aşiretiyle buraya geliyor.

Emir Kerimüddin’in koyduğu mirası devam ettiriyor. Karamanoğulları’nın bizim tarihimizdeki en büyük önemi ise, Moğollar Anadolu’yu işgal ettikleri zaman Karaman’a hiçbir zaman hâkim olamadılar. Moğolları Anadolu’dan süren Karamanoğulları Beyliği olmuştur.”



Bu konuya bazı tarihçilerin değişik bakış açıları ve yorumları var. 

Şöyle ki; 


Selçuklu sarayında yazışma dili olarak Farsça kullanılırken, devlet ve saray işlerinde, orduda sözlü olan her şeyin “Türkçe ile yürütüldüğünü”, Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu “Devlet Dili Türkçe” adlı tebliğinde şöyle açıklıyor:


“Kendileri de Türk olan hükümdarların, devlet adamlarının bir Türk memleketinde yabancı dillerde hükümet sürmeleri çok garip görünür. Ancak bu dillerin devlet dili olarak kullanılışını, OLDUKÇA DAR BİR MANADA almak gerekir... Sarayın ve ordunun konuşma dili Türkçedir. Devlet kapısında sözlü olan her türlü muamele Türkçe görülür. Saray çevresinden uzaklaşıldıkça her türlü işin Türkçe olarak yürütüldüğünü, özellikle valilerin, beylerin halk ile olan bütün işlerini Türkçe gördüklerini tahmin edebiliriz. Bu arada Türkçe, resmî bazı yazılarda da kullanılmış olmalıdır.”

Türkçeyi “ilk defa devlet dili yaptı” diye düşünülen Mehmet Bey’in, fermanı tam bir millî şuurla yayımladığı da şüphelidir. Selçuklu tarihi sahasının ünlü tarihçisi Prof. Dr. Osman Turan bu fermanı değerlendirirken:

“Esasen bu harekette millî duygunun mu kültür durumlarının mı daha fazla rol oynadığını tespit edecek bir delile de sahip değiliz. Bundan başka, Farsça devam eden bütün devlet muamelâtının bir emirle ve derhal Türkçeye çevrilmesi de kolay değildi.” demektedir.

Millî şuur, millî duygu eseri olarak ortaya çıkıp çıkmadığı kesin olmayan bir fermanı dolayısıyla Karamanoğlu Mehmet Beyi edebiyat tarihçisi Nihat Sami Banarlı’nın ifadesiyle “idealist bir dil inkılâpçısı saymak aşırı bir görüştür”.

Çünkü Türkçe, Mehmet Beyden çok önce Konya sarayında kendini kabul ettirecek güçte idi. Prof. Fuat Köprülü’nün de belirttiği gibi “Eğer Türkçe eskiden beri devlet işlerinde hiç kullanılmamış olsa, böyle bir teşebbüste bulunulması imkânsız olurdu.

”Nitekim II. İzzettin Keykâvus’un (1246-1261) o devirde halk tarafından sevilen destanî bir eser olan “Dânişmednâme”yi kendi yazıcısına Türkçe yazdırması, Konya sarayında Türkçeye verilen önemi gösteren dikkate değer bir harekettir.

Karamanoğlu Mehmet Beyin Farsça ve Türkçe şekillerini naklettiğimiz fermanını, Prof. Dr. Zeynep Korkmaz da şöyle değerlendiriyor:

“Fermanın yayımlanmış olması, Anadolu beyliklerindeki genel tutumu ortaya koyan bir davranıştır. Mehmet Bey, Türk dil ve kültürüne üstün değer verdiğini gösteren bu davranışı ile bütün Anadolu beyliklerinde kök salmış olan millî bir akıma tercüman olmuş ve öteki beyliklerin de temsilciliğini yapmış bulunmaktadır. Eğer bütün Anadolu beyliklerinde böyle akım hâline gelmiş bir gelişme söz konusu olmasaydı geçici buyruklarla Türk yazı dilinin temelini atmak asla mümkün olmazdı.”

Yine bu fermanın değerlendirilmesini yaparken Prof. Dr. F. Kadri Timurtaş da şu görüşlere yer vermektedir:

“Bu emir ve fermanın tarihi 10 Zilhicce 675’tir. Milâdî 15 Mayıs 1277 gününe tekabül etmektedir. Bu buyruğun nasıl tatbik edildiği, daha doğrusu yürütülüp yürütülmediği pek de belli değildir. Çünkü Cimri ve Mehmet Beyin hükümet sürmeleri çok kısa olmuştur. Esasen Türkçe böyle bir buyruk bugüne kadar ele geçmiş değildir. Bu sözler Farsça yazılmış tarihî kaynaklardan birinde zikredilmiştir.”


Türkçenin devlet dili olarak gelişmesi, Osmanlılar zamanında da güçlenerek devam etmiştir. “Gerçekten bütün imparatorluk idaresinin muameleleri, yabancı devletlerde muhaberat ve dünyanın en zengin Türkçe arşivi Osmanlılara ait olduğu gibi Orhan Gazi, vakfiyelerini ilk defa Türkçe yazmakla vakıf dilinin Arapça olması kaidesi de kısmen değiştirilmiştir.” Osmanlı Beyliği, Anadolu Türk Birliğini kurmakla Batı Türkçesinin birliğini de sağlamıştır. 

Fatih, İstanbul’un fethinden sonra, devlet teşkilâtını yeniden kurarken hazırlattığı kanunları Türkçe yazdırdığı gibi, hazırlanması sırasında da dil konusuna özellikle dikkat edilmesini istemiştir. Kanun hazırlanmasını emreden bir fermanın başında: “..... Kanunnâme tahrir olunmak lâzım gelmeğin, bu abd-i hakîr ferman-ı celilleri üzre nazm ve inşâ idülüb ve herkes müstefid olmak içün ıstılâh ve ibaretten feragat olunub...” ifadeleri yer almaktadır.
Fatih’in, kanunları Türkçe yazma konusunda açtığı bu çığır, sonraki padişahlar zamanında da sürüp gitmiştir.

Osmanlı devrinde Türkçenin devlet dili olarak hâkim olmasının bir başka sebebi de Enderûn Mektebi’dir. “Enderûn”, saray içinde bir okuldur.

Sarayda, orduda ve hükümet işlerinde çalışacak memurları ve hizmetlileri yetiştirmek bu okulun görevi idi. Fatih tarafından açıldığı bilinen bu okula, “acemi oğlanlar” arasından öğrenci seçilirdi. Enderûndan sadrazamlar, kaptan paşalar, yeniçeri ağaları, eyalet valileri, sancak beyleri, daha başka hizmetler için ünlü kişiler, ayrıca şairler, edipler, ressamlar, mimarlar, müzikçiler, tarihçiler ve daha bunlar gibi medresenin yetiştirmediği bilginler de yetişmiştir.

Askerlik, siyaset ve teknik konuların ağırlıklı olarak okutulduğu Enderûn okulunun temel özelliği, saray içinde bulunması ve bütün derslerin TÜRKÇE okutulmasıdır.

Fatih kanunnameleri ve Enderûn mektebinin durumu da gösteriyor ki, Osmanlı devrinde Türkçeye devlet dili olarak gereken önem verilmiştir.



Türkçenin günümüzde anlaşılan şekliyle “resmî dil” olması, yani hukukî bir belge olarak anayasada “resmî dil” ifadesiyle belirtilmesi, 1876’da ilân edilen Kanun-ı Esasî’nin yürürlüğe girmesi ile mümkün olmuştur. Bilindiği gibi Kanun-ı Esasî, ilk Türk Anayasasıdır. II. Abdülhamid devrinde hazırlanmıştır. Bu ilk anayasamızın 18. Maddesi şöyle düzenlenmiştir:


“Teba-i Osmaniyenin hidemat-ı devlette istihdam olunmak için devletin LİSAN-I RESMÎSİ olan Türkçe’yi bilmeleri şarttır.” 

Bu madde, devlet işlerinde çalışacak memurların Türkçe bilmeleri şartını getirdiği gibi, “DEVLETİN LİSAN-I RESMÎSİ OLAN TÜRKÇE” ifadesine yer vermesi ile de önemlidir.

1876’da ilân edilen ve I. Meşrutiyet Anayasası olarak da bilinen Kanun-ı Esasînin,

57. Maddesinde:

“Parlâmentoda yapılacak konuşmaların Türkçe olması”;

68. Maddesinde de “milletvekili seçilebilmek için Türkçe bilme şartı” getirilmektedir. 

Kanun-ı Esasî’nin Türkçe ile ilgili maddeleri, 1924 Anayasasının hazırlanmasına kadar yürürlükte kalmıştır.

Çünkü 1921’de tam bir anayasa hazırlanmamıştır. Sadece 23 maddelik, temel ilkeleri belirten bir metin hazırlanmıştır.

1921 Anayasası olarak bilinen bu metnin 10. Maddesinde “Kanun-ı Esasî’nin (1876 Anayasası) bu maddelerle çelişmeyen hükümleri tamamen yürürlüktedir.” denilerek 18., 57., 68., maddelerin de dahil olduğu birçok hüküm geçerli sayılmıştır.

Cumhuriyetin ilanından sonra hazırlanan 1924 Anayasasında Türkçenin “resmî dil” olduğu açıkça belirtilmiştir.

Teşkilât-ı Esasî adını alan bu anayasanın 2. Maddesi şöyledir:

Madde - 2 “Devletin resmî dili Türkçe’dir”.

1924 Anayasasından sonra hazırlanan anayasalarımızda Türkçe, resmî dil olarak aynı şekilde yerini almıştır.

Bugün yürürlükte bulunan 1982 Anayasasının 3. Maddesi şöyle düzenlenmiştir:

“Türkiye devleti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür; Dili Türkçedir.”

Yine 1982 Anayasasının 42. Maddesi de şöyledir: 

“Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tâbi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletler arası anlaşma hükümleri saklıdır.”

Anayasamızın 2. ve 42. maddelerine dayalı olarak 1739 sayılı Türk Millî Eğitimi Temel Kanunu’nda da dilimizle ilgili hükümler bulunmaktadır.

Bu kanunun 10. Maddesinin ikinci paragrafı söyledir:

“Madde - 10: ....Millî birlik ve bütünlüğün temel unsurlarından biri olarak Türk dilinin eğitimin her kademesinde özellikleri bozulmadan ve aşırılığa kaçırmadan öğretilmesine önem verilir. Çağdaş eğitim ve bilim dili hâlinde zenginleşmesine çalışılır. 
Bu maksatla Millî Eğitim Bakanlığı’nca gereken tedbirler alınır.”


Şerafettin GÜÇ
Karamanoğulları Tarihi Araştırmacısı Yazar

Not: Bu yazı 03.10.2017 13:38 tarihli aşağıda lingini verdiğim haber üzerine kaleme alınmıştır.


Ana Sayfa» YEREL GÜNDEM   03.10.2017 13:38












4 Ocak 2019 Cuma


Karamanlı Çocukların Saklambaç Oyunu

Dünyanın dört bir köşesinde farklı adlarla ve benzer kurallarla oynanan saklambacın bilinen geçmişi Antik Yunan'a kadar uzanıyor olsa da, bu oyunun temeli Karaman Beyliği çocuklarının vaz geçilmez gece oyunu.
Bu dönemdeki adı APODİDRASKİNDA (ἀποδιδρασκίνδα) olan oyun, ikinci yüzyıl Yunan âlimlerinden JULİUS POLLUX tarafından betimlenmiş. Ayrıca İtalya'da Napoli yakınlarındaki tarihi HERKULANEUM kasabasında bulunan bir duvar resminde saklambaç oynayan aşk tanrıları (cupid) tasvir edilmiştir.


En az 3 kişiyle oynanır.
Oyuncular aralarında sayışarak veya parmak tutuşarak bir ebe bir tane duvara önünü dönerek sayar.
Ebe en az 50 ye kadar dışından sayar. Bu sırada diğer oyuncularda ebe sayana kadar farklı veya aynı yerlere saklanırlar. Ebe dışından saymayı bitirince; “önüm arkam sağım solum sobe. Saklanmayan ebe” diye bağırır ve gözünü açar.
Ve diğer oyuncuları bulmaya çalışır. Diğer oyuncular ise ebe kalenin başından ayrıldığını görünce ebenin saydığı yere sobe diyerek ebeler.
Ebeleyen kişiler ebe olmaz. Ondan sonra ebe diğerlerini bulmaya çalışır. Eğer ebe bir kişiyi görüp de onun adını yanlış söylerse diğer oyuncular saklandığı yerden çıkar ve çanak çömlek patladı diye bağırırlar.
Ve ebe olan kişi yeniden ebe olur. Bu oyunu oynarsanız eğer akşam oynamayı tercih edin...

Çocuklar İçin Sorun Çözme Faaliyetleri
Ebe saymaya başladığı andan itibaren çocuklar mükemmel saklanma yerini bulmak için sorun çözmeye başlarlar.
Mesafeyi kestirerek zaman dolmadan ne kadar uzağa koşabileceklerini hesaplamaya çalışırlar ve “Benim boyum ne kadar?”, “Bunun arkasına sığar mıyım?” gibi sorulara cevap düşünürken boyut ve konumları hesaba katarlar.
Bütün bunlar saklanacakları yere ulaşmadan önceki birkaç saniye içinde olur.
Bu tabii ki çocukların hata yapmadığı ve korkulan “Önüm, arkam, sağım, solum sobe, saklanmayan ebe!” sesi geldiğinde kendilerini açıkta bulmadıkları anlamına gelmez.
Ama elbette bütün bunlar saklambacın eğlencesinin bir parçası gibi gözükse, temelde bir hızlı düşünme eğitimi gözüküyor:


Çocuklar hatalarından ders çıkarıp ileride daha iyi seçimler yapmak için uyum sağlıyorlar. Gündelik hayatta farkında olmadan kullanılan sorun çözme becerileri işte bunlardır.
Karamanoğulları Beyliğinin çok kısa bir zaman içerisinde güçleşerek düzenli bir ordu kurması, küçük yaşta çocuk oyunlarına verdiği eğitimsel önemden kaynaklanıyor.
Şerafettin GÜÇ
Karamanoğulları Tarihi Araştırmacısı Yazar
Kaynak kısmen alıntı: Halkbilimci Özdemir 284 çocuk oyununu araştırdı Hacettepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Halkbilimci Yrd. Doç. Dr. Nebi Özdemir,

Üç Önemli Yerden Alınan Toprak Ermenek Selanik Kıbrıs Atatürk'ün Yattığı Yer Türk Ulusu'nun Kalbidir Atatürk için b...